Boşluktaki İnsan

Günümüz insanının temel meselelerinden biri “boşluk” duygusudur. Bu duygu ne istediğini bilememek, ne hissettiğini anlayamamak, kendini yönetememek ve kararsızlık gibi bileşenleri içerebilir. Kendini anlamsız bir boşlukta gibi algılayan kişiler, oradan oraya atılmış gibi hissediyorlar ve bu his onlara derin bir acı veriyor. Aşkları hep hayal kırıklığı ile sonuçlanıyor, evlilik planları mutlu sona ulaşamıyor ya da eşlerinde aradıklarını bulamıyorlar. Bu şikayetlerle ruhsal yardım almaya yönelen kişiler bir süre sonra eşlerinden kendilerindeki eksikleri, boşlukları doldurmasını beklediklerini anlıyorlar. Bu gerçekleşmediğinde de asabileşiyorlar, çabuk öfkeleniyorlar ve giderek kaygılı biri oluyorlar.

Boşluk duygusundan yakınan bu kişiler; amaçlarının herkes gibi üniversiteden başarıyla mezun olmak, bir işe girmek, aşık olup evlenmek ve bir yuva kurmak olduğunu ifade ederler. Fakat bir adım ilerisinde tüm bunların aslında kendi istekleri değil de anne-babaların, öğretmenlerin, sosyal çevrenin dayatmaları olduğunu anlarlar. Aileleri bir çok kez onlara özgürce karar verme hakkı olduğunu söylemiş olsa da bu yeterince inandırıcı olmamıştır.

İçinde yaşadığımız dönem bir savaş, terör, şiddet, istismar, çevre felaketi, ekonomik dalgalanma ve toplumsal değişim dönemi ve nereden bakarsak bakalım güvensizlik dolu bir gelecek bizi çevreliyor. O yüzden bireyin kendini işe yaramaz bulmasını, “boşlukta hissetmesini” ve ne yapacağını bilememesini yadırgamamak gerekiyor. Bu kişilerin psikiyatriste ve psikoterapiste başvurmaları onların “zayıf” ve “nörotik” olduğu anlamına gelmez. Yardıma ihtiyaç duymaları, her türlü olumsuzluğa kolayca adapte olan sıradan insandan çoğu zaman daha duyarlı ve daha yetenekli olmalarıyla ilgilidir. Hemen kabullenip uyum sağlayamazlar çünkü sorgulamaya ve çözüm üretmeye meyillidirler. Çözüme ulaşamadıklarında çatışma yaşayarak ruhsal yardım talep ederler. Dolayısıyla aynı zamanda bu kişiler toplumun psikolojik durumunu gösteren gerginlikler ve çatışmalar konusunda kaynak sağlarlar ve toplumda yakın gelecekte meydana gelebilecek her türlü karışıklık ve patlamanın habercisidirler.

Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi içinde boşluk hissi olan kişilere yalnızca psikiyatrist ofislerinde rastlamıyoruz. Davranış ve seçimleriyle sürekli başkalarının beklenti ve isteklerini gerçekleştirmeye çalışan ve sanki bir uzaktan kumandayla idare ediliyormuş izlenimi veren toplum üyeleri de boşluk duygusundan mustariptir. Dikkat çekecek kadar farklı olmayı değil de toplum içinde kaybolacak kadar uyumlu biri olmayı tercih etmektedirler. Böyle bir kişi başkalarından aldığı talimatlara uyabilir ancak talimatlar arasından hangisine uymak istediği konusunda seçim yapamaz. Kendisine ait hiçbir motivasyon gücü kalmamıştır ve tekdüze çalışan iradesiz bir makine gibidir. Neredeyse tek istediği kimsenin gözüne batmadan “öteki” tarafından dışlanmadan kabul görmektir. Sürekli duygularını baskı altında tutmaya çalışırlar ve sistemin onlara buyurduğu komutları yerine getiren robotlara dönüşürler. Sonrasında ise boşluk hissinin ve önlenemez can sıkıntısının ciddi boyutlara ulaştığını görüyoruz. Örneğin günlük işlerini şaşmaz bir dakiklikle yapan kendi halinde, çevresinde halim-selim algılanan bir adam ondan hiç beklenmeyen “tuhaf” ya da “beklenmedik” eylemlere kalkışabilmektedir. Bir otobüs şoförü, bir manav veya bir güvenlik görevlisi olan bu durumdaki kişi “seri katil”, “toplu intihar” ya da “alışılmadık bir protesto eylemi” faili olarak gündeme oturabiliyor. Böyle olunca tüm dikkatler birden bu “sıradan” insan üzerinde toplanıyor ve sistemdeki tıkanıklığın, umutsuzluğun nasıl bir kaosa yol açabileceğini fark ediyoruz.